MAH-İ MUHARREM, KERBELA VE HÜSEYİN (Veliyettin H. Ulusoy)
‘Zülcenah başını yere eğdi, alnını Şahı şehidi Kerbela’nın kanına sürdü, gözlerinden yaş akarken kadınların bulunduğu çadıra yöneldi ve başını yas içinde eğdi. Ve Hüseyin’in kanı yetmiş iki Kerbela Şehidinin kanı ile birlikte, yerçekimine karşı koyup, gökyüzüne doğru aktı ve bir daha da asla yere düşmedi. Ve Hüseyin, iyi ile kötünün arasında devam eden sonsuz savaşta tahrip edilmiş bütün değerlerin, yine terkedilmiş bütün ideallerin simgesi olurken kendisini adalet tapınağının eşiğinde kurban etmişti.
Bu kurban ediliş Hüseyin’in bedeninde otuz üç kılıç ve hançer yarası açmıştı ama aynı zamanda insanlığın gözyaşında, yüreği burkan, unutulmaz ve silinmez bir oyuk açmıştı. Hikâyeler itiraz kabul etmez gerçekler kadar, hatta çoğu zaman daha da gerçek olup, hakikate dönüşürler. Ve bu nedenledir ki, bugünden Kerbela’ya düğün çadırı kurulur, ipek kurdeleler ile süslenir, yerlere çiçek yapraklar serilip, gerçekleşmesi asla mümkün olmayan düğünün hazırlıkları yapılır.
Beşik hazırlanır, içine oyuncaklar ve şekerlemeler konulur. Mateme dönüşen düğün, kurban edilen bir masumun anısına Kerbela’nın ateş cehenneminden bir gül bahçesi var edilmeye çalışılır. Çünkü Hüseyin ve yetmiş iki Kerbela Şehidi, her yaşta insan ve her nesil için, yeniden dirilme üzerine adaletin tapınağında yazgılarına boyun eğip, baş vermişlerdi.
Bu şekilde bir baş verme biçimi kimileri için tarih olarak kabul görürken, kimileri için ise kutsal bir tarih ve barış adına imkânsız bir sabrın mihenk taşı oldu. Hüseyin’in ordusu, askeri, süvarisi, organize edilmiş bir savaşçı grubu yoktu daha da ötesinde Hüseyin bir ordu komutanı, bir devlet lideri, bir savaşçı değildi ama hak ve adaletin güçten üstün gelebileceğine inanmıştı. Ve Hüseyin; kendinden emin, kederli, hüzünlü ve imkânsız bir sabır ile üzerine gelen karanlığa karşı yazgısının ışığı ile yürüdü ve sonsuza dek “Şehitler Şahı” mertebesine yükseldi.. Bu cesur, asil ve fedakâr tutum ve ölüme teslim olmama hali insanlık için belki de kurtuluşun simgesi olacaktı.
Bir tanıklık etme, tanık olmayı kanıtlama ve devamında bir vicdani devrimi canı pahasına insanlığa sunma biçimine dönüşürken, zalimin alnında bir utanç abidesi ve izi silinemeyecek bir kara lekeye dönüşecekti. Hüseyin ve yetmiş iki neferi Ali’nin deyişi ile “bu dünyanın kendilerine davrandığı gibi davranma”mışlardı. “Bu dünya” zulümat, fitne fesat, hanedan hırsı; Ümmeye despotizmi, demir çubuğun kılıç olduğu; hırs, kin, nefret, öfke; barış zamanı aslan kesilen ve cesur olmaları gereken zamanda ise tilkiye dönüşen; sinsi ve kalleşçe cana kıyanların “dünyası” idi.
Ama Hüseyin, terk edenlerin kendisine karşı savaşabileceğini biliyordu çünkü kalpler ve gönüller kendisi ile beraber olsa da kılıç ve hançerler zalimlerin yani Yezit’in emrindeydi. Kuşkusuz ki, bu terk ediliş biçimi trajik bir çatlağın başlangıcı olacaktı fakat sopanın ucundan bağlanmış olan havuç çoktan uzatılmıştı. Ziyad, Kufalılar’a “ellerinize dillerinize hâkim olun ki, ellerim kollarım size uzanmasın” derken kendisine kurban olarak seçtiği insanlar arasında olmaması yönünde onları tehdit ederken; Kufalılar, korku içinde Ziyad’a saygılı olmak zorunda kaldılar.
Zor kullanılarak sağlanan bir güvenlikti bu durum, tıpkı, İtalyanlar’ın 1930’larda,”trenlerin zamanında çalışmasını sağladı” diyerek Mussolini’yi kabul etmelerinde olduğu gibi… Ve mazluma yönelik zulüm; dünün bugününde, bugünün dününde ve her zaman 19. Yüzyıl’da Arabistan’da, Kerbela, Necef ve Sammara’da türbe, ziyaret ve kutsal mekânlar yıkılarak yüzünü gösterirken; 20. Yüzyıl’da Mısır’da İhvan, Afganistan, Pakistan ve dünyanın birçok yerinde El Kaide ve Taliban ve 21. Yüzyıl’da IŞİD, sarmallı dalgası ile dünyanın her yerinde kozmik canavara bürünmüş halde zulüm yapmaya devam etmektedir. Kerbela bir yönü ile “Ninova Savaşları”dır ve bugün aynı şekilde Ninova Savaşı devam etmektedir.
İnsanlar inançlarından dolayı ellerinden ve kollarından bağlanıp, benzin ateşine verilirken Kerbela’nın cehennem ateşi her gün yeniden yakılmaktadır. Yakılan bu cehennem ateşi daha ne kadar devam ettirilir bilinmez bir hakikattir lâkin, tutulan her oruç, her yas, dökülen her gözyaşı; zalimin zulmüne karşı barışı, insanlığı, umudu, hayali, yitirilen değer ve idealleri her gün ve her an yeniden yeşerterek buzula bürünmüş katı yüreklere karşı bir Can olarak vücut bulacaktır.’ 12.10.2015
Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini
Veliyettin ULUSOY