Tahakküm İle Tahrifat Arasında: ‘Akademik’ Tanımlı Alevilik! – Halil Karaçalı

Prof. Dr. İlyas ÜZÜM tarafından kaleme alınan TARİHSEL ve KÜLTÜREL BOYUTLARIYLA ALEVİLİK adlı kitabında;

“Tarihte, bulunduğu bölgelere ve dönemlere göre birçok farklı isimle anılmış olmakla birlikte, günümüzde daha çok Alevilik diye anılan sosyokültürel yapı, on asırlık uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. (…) Ayrıca Alevilik “teolojik sebeplere” dayalı olarak ortaya çıkan bir fırka olmadığı için arkasında zengin bir literatür bırakmamıştır.  Bugüne intikal eden sınırlı sayıdaki eserde de konular sistematik bir biçimde ele alınmamış ve işlenmemiştir. (…) 1. Hak/Allah: Yüzeysel Bir Vahdet-i Vücut (…) Sayısı fazla olmayan bu kayıtlardan birinde, söz gelimi Hz. Muhammed’in miraca çıktığında Tanrı’yı bakire kız görünümünde gördüğü; Hz. Muhammed’in bir hadisinde, kıyamet günü de Tanrı’nın kullarına aynı şekilde görüneceğini belirtir. (…) Semah ederken Hz. Muhammed’in imamesi (sarığı) başından yere düşer. Kırk parça olur. Kırkların her biri bir parçasını alır ve etek yapıp bağlar.” vb. ifadelere yer vermiştir.

Prof. Dr. Sayın İlyas ÜZÜM “tarihsel ve kültürel boyutlarıyla” Aleviliği tanımlamaya giriştiğine göre bize ol batının yedinci babında anlatmak düşer. Hak kudretini aşikar kılmak diledi. Kemal-i kereminde ve lütfu inayetinde bir yeşil derya yarattı. Deryaya nazar buyurdu. Derya dalgalandı, cuşa geldi ve gevheri saçtı. (…) Yer su iken, gök duman iken, bu alem yokken, sidretül müntehada, yeşil kandilde, kubbe-i rahmanda nur-u azimet Fatimet’ü Zehra, nur-u nübüvvet Muhammed Mustafa, nur-u velayet Şah-ı Merdan Ali. İsim üçtür, üçü bir nurdur. Vahdet:Fatma Ana, vücut: Şah-ı Merdan Ali, başta tac: Muhammed Mustafa; kullaklar şepper-i şüpper yani Hasan, Hüseyin; kollardaki parmaklar: on iki imam. Şimdi burada ebedi ve ezeli olan bir Yol’u, Sayın Üzüm “on asırlık” bir tarihsel geçmişin hangi zaman dilimi ile sınırlayacak veya mademki tarihsel bir zaman içinde yer vermeye çalışmış o halde ebedi ve ezeli olan zamanı an-ı daimde cem eden Aleviler için nasıl bir tarih lütuf eder ki içinde “kültürel boyutları” da olsun. Hazır “kültürel boyut” demişken; Antropolog Kroeber ve Kluckhohn kültür kavramının 164 farklı tanımını saptamıştır. Kitabı kaleme alan yazar Aleviliği saptanmış olan 164 farklı tanım içerisinde hangisiyle eşleştirir ya da bağlantısal olarak hangi kültürün tanımı Aleviliğe denk düşer! Belirtmek isteriz ki Alevilik tanımlanamaz ve şayet tanımlanırsa Alevilik olmaktan çıkar. Bu çıkış haliyle de öylesine “tarihsel ve kültürel boyutlarıyla” bir “anlayışa” dönüşür. Takdir edersiniz ki bu Aleviliği ve Alevileri “tarihsel ve kültürel boyutlarıyla” tahakküm altına almak demektir. 

Bir kavilde teslim-i rıza ile yola ikrar verenler evvela terk-mal, terk-i can, terk-i dünya, terk-i bed fiil eylerler. Bunu eyleyen Aleviler sayın yazarın kitabın başlığında belirtiği “Tarihsel ve  Boyutlarıyla Alevilik” kabına sığmazlar. Fakat yapılmaya çalışılan başı sonu belli, sistematize ve şematize edilmiş, şekle ve şemale büründürülmüş, standartlaştırılmış, günü ve saati belirlenmiş, nelerin veya hangi bilgilerin “kültürel boyutlarıyla” kayda alınmış ama bu hiçbir zaman inanç olarak görülmemiş vb. bir Alevilik takdim etmektir. Kime? Kendi deyimleri ile “yazılı kaynakları” çok bulunmayan Aleviler’e! O zaman ilk elden ne yapılması gerekiyor? “Yazılı kaynakları çok az” ve az olması ile birlikte “sınırlı sayıda kaynak” bugüne ulaşmış! O zaman Aleviler için tez elden kitap yazalım ve kendilerini dinleri hakkında “aydınlatalım!” Zaten dinlerinin “teolojisi” de yok! Oldu mu Alevilik “bir kültür” ya da “anlayış” biçimi? Oldu ve Aleviler de buna inandı! 

Tac tamam olduktan sonra, kemer lazım geldi. Hak Cebrail’e emreyledi. Bir ak cevher çıkardı ve bu cevhere nazar eyledi. Yedi kulaç oldu ve Muhammed Mustafa’nın beline kuşattı. Bu kemerbesttir. Yazarın belirttiği “etek” vs. değildir. Kendisi bu “etek yapıp, bağlama” meselesini Buyruk’a dayandırıyor. Buyruk’ta ifade ediliş biçimi ‘tennure’ veya ‘tennura’ şeklindedir. Sayın yazar zihinsel tahakkümünden kurtulmamış olmalı ki yine Buyruk’a dayandırarak “Hz. Muhammed’in miraca çıktığında Tanrı’yı bakire kız görünümünde gördüğü” şeklinde yorumlayabilmektedir. Ne diyelim tahakküm ve zorbalığın bilgi üretim ve anlama biçimi diyelim? Ya da Kul Himmet nefesiyle: Muhabbet edenler nasibin alır/Muhabbet ederse derd ehlin bulur/Serçeşme Muhammed Ali’den gelir/Dalgası tükenmez göldür muhabbet. Anlaşılan ne gölden ne de dalgadan nasip alınmış.

Pirimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli der ki; “Ruhu insani ölmez ölür cesed/Nice ölür ruh ki öldürür nuru ahed/Derviş oldur yerde yüzün hak ede/Ölücek kenduyu yuyup pak ede.” Tahakküm ve tahrifatla bir inancın temel destur ve düsturlarını, teolojisini, zaman ve mekân algısını, menakıplarını, inanma biçimlerini, inançlarına dair bilgi edinme yöntemlerini sanki bir marifetmiş gibi kaleme almak bırakınız ölüsünü yuyup pak eylemeyi kalemiyle kendisinin vicdanını mahkûm etmekten öteye geçmez. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir