Cibali Sultan

Asıl adı Ali’dir Doğum tarihi maalesef bilinmiyor. Bursa Beyi olduğu sırada Cebeci ocağını kurduğu için resmiyette “Cebe Ali Bey” adı ile anılır. Fakat halk arasında ve müritleri tarafından “Cibâli Sultan” adıyla bilinir.
İmam Musa-i Kazım neslinden gelen Cibâli Sultan, Horasan âlimlerinden Şeyh İbrahim’in oğludur. Seyit Murat ve Seyit Seyfullah adlarında iki kardeşi olan Cibâli Sultan, Oğuz Boyu Emir Türklerindendir.
Cibâli Sultan’ın hayatı iki yönlüdür:
1)Resmi yönü, 2) Bâtınî, yani dinsel yönü
Bu nedenle Cibâli Sultan’ın hayatını bu iki yönüyle ayrı ayrı incelemek gerekir.

RESMİYETTE CİBALİ SULTAN YA DA CEBE ALİ BEY
Cebe Ali Bey’in hayatına ilişkin çeşitli kaynaklar, çok çeşitli bilgiler vermektedir. Bunlardan bir kısmını kaynak adlarıyla birlikte aynen vermekte yarar vardır:
1) Meydan Larousse, Cilt:2, Sayfa:827:
“Murat II ve Fatih Sultan Mehmet devri kumandanlarından. 1441’de Bursa Subaşısı, daha sonra Sancak Beyi oldu. Varna savaşından önce, Sadrazam Halil Paşa tarafından Bursa’da bulunan 2. Murad’a ikinci defa padişahlık mevkiine gelmesini sağlamak üzere gönderildi. (1444) Bu savaş sırasında Bursa Muhafızı idi.
İstanbul’ un fethine Bursa Beyi olarak katıldı ve Haliç surları tarafından kendi sipahileri ile kuşatma hareketinde bulundu. Ele geçirdiği kapıya, sonradan adına nispetle “Cibâli Kapısı” denildi. Bursa’ da bir mahalle 15. ve 16. yüzyılda “Cebe Ali” adını taşıyordu.
İstanbul’ un alınmasından sonra kardeşinin oğlu, ünlü tarihçi Dursun Bey ile birlikte, İstanbul’ a yerleştirilen müslümanlara mahsus kesimlerin kayıt işlemlerine baktı.”
2)Osmanlı Tarihi, Cilt:1, Sayfa: 434:
“Haçlıların hududu geçtikleri haber alınır alınmaz,
Vezir-i azam Halil Paşa, vaziyeti Sültan Murad’a arz ile ordunun başına davet için mütemadiyen haber yolluyordu. Murad’ı ikna etmek ve tehlikeyi belirtmek üzere Cebe Ali Bey’i Bursa’ya gönderdi…”
3) Türk Ansiklopedisi, Cilt: 10, Sayfa: 64:
“Onbeşinci yüzyıl, Türk askeri ve devlet adamı. II.Murad ve Fatih Sultan Mehmet devirlerinde yaşamıştır. 1441’de Bursa’ya Subaşı, sonraları Sancak Beyi olmuştur. Devrinin vukuatını bir araya toplamak maksadıyla yazılan “Tarih-i Ebu’l-feth” adlı Osmanlı tarihinin müellifi Dursun Bey’in amcasıdır. Varna Muharebesi (1441) sırasında Bursa Muhafızlığı yapmış, İstanbul’un fethinde de Bursa Beyi sıfatiyle sancak sipahilerinin başında Fatih’in ordusunda bulunmuş; kuşatmada Haliç surları üzerine memur edilmiş, fetihte, askerlerine kırdırıp girmeye muvaffak olduğu Potta Putta kapışma adı verilmiş ve sonraları bu ad, bugüne kadar devam eden “Cibâli” şekline girmiştir. 15. ve 16. yüzyıllara ait kayıtlarda Bursa’da da bir mahalleye “Cebe Ali” adının verilmiş olduğu görülmektedir. Cebe Ali Bey, fetihten sonra İstanbul’a yerleştirilen ahaliye tahsis edilen mukataaların tahririne (vakıf mülklerinin yazımı) bizzat Fatih tarafından memur edilmiş ise de, Bursa Beyliği vazifesi de üzerinde bulunduğundan bu iş; Cebe Ali Bey adına, yeğeni Dursun bey tarafından, Fatih’in takdir ettiği bir mükemmellikte yapılmıştır. Cebe Ali Bey’in İstanbul muhasarasındaki yararlıkları hakkında Evliya Çelebi’nin (Seyahatname C.l, s. 98) verdiği bilgi, mübalağalı olmakla beraber dikkate değer.”
4) İstanbul Ansiklopedisi-R.E.Koçu. Cilt:6. sayfa: 3401-3402:
“Fatih Sultan Mehmet devri kumandanlarından. Kuvvetle tahmin ediyoruz ki o devirde kurulmuş olan Cebeciler asker ocağının ilk ağası, kumandanı. Hayatı karanlık içindedir. Aslının nereli olduğu bilinmiyor. Yalnız Fatih devri ricalinden ve müelliflerinden, “Tarihi Ebülfetih” adı ile Fatih Sultan Mehmed şanında meşhur bir eser bırakmış olan Dursun Bey, diğer adı ile Tûrisînâ Bey, bu Cebe Ali Bey’in kendisinin amcası olduğunu, Bursa mirilivalığında bulunduğunu, İstanbul’un fethinden sonra amcası Cebe Ali Bey’le beraber büyük şehrin nüfus sayımına memur edildiklerini söylüyor.
Cebe Ali Bey, İstanbul muhasarısında bulunmuş, büyük yararlıklar göstermiş, şehrin sukutunda İstanbul’a Haliç sahilindeki bir kale kapısından girmiştir ki halen o kale kapısına ve o semt bu zatın adına nisbetle “Cebe Ali ve halk ağzında bu ismin bozulması ile “Cibâli;”, “Cibâli kapısı” diye anılır.”
5) İstanbul Ansiklopedisi, Cilt:6,Sayfa:3408-3409:
“…Bu asker ocağının ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmiyor. Yeniçeri ocağından sonra kurulduğu muhakkaktır. İstanbul cengine iştirak etmiş ve şehrin Haliç kıyısında bir semte adı verilmiş olan Cebe Ali (C.bali) adında bir Türk cengaverinin bulunması, bu ocağın İstanbul muhasarası sırasında mevcut olduğunu gösterir.
6) Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, Cilt:5, sayfa: 2236:
“Türk komutan (15.yy.) İstanbul’un fethine Bursa Sancak Beyi olarak, kendi sipahilerinin başında katıldı. Ele geçirdiği kapı (Cibâli Kapısı) onun adıyla anıldı. Fetihten sonra kente yerleştirilen müslümanların kayıtları ve sayımıyla görevlendirildi. Ancak, Bursa Beyi de olduğundan, bu görevini yeğeni ünlü tarihçi Tursun Bey’e devretti.”
Fatih Sultan Mehmet’in, “Padişah sensen ordunun başına geç; eğer padişah bensem, emrediyorum, başkomutan olarak ordunun başına geç” sözleriyle ünlü mektubunu 2. Murad’a götürüp onu ikinci kez tahta çıkmağa ikna eden kişi Cebe Ali Bey, yani Cibâli Sultan’dır.
Cibâli Sultan’ın hizmetleri bununla da bitmemiş, İstanbul’un fethine de iştirak ederek fetihte büyük yararlıklar göstermiş ve şehre, kilidini kopararak girdiği Potta Putta kapısına ve civarına adı verilerek taltif edilmiştir. Hâlâ bu semte Cibâli semti denir.
İstanbul’un fethinde, fiilen muharebeye iştirak etmesinin yanında, kurduğu “Cebeci Ocağı”nın da ağası (komutanı) olarak, ordunun ve hatta sivil halkın günlük yiyecek ve içeceğini temin etmiştir. Ordunun her türlü (topçuluk hariç) silah ve mühimmat ihtiyacının temini ile taşıma, dağıtım ve muhafazası da Cebeci Ağası olarak onun görevleri arasındaydı. Tüm bu görevlerini, mükemmel ve kusursuz başardığından Fatih’in takdir ve teveccühünü kazanmıştır.
Fetihten sonra, İstanbul’a yerleştirilen müslümanlara ev ve mülk dağıtım görevi de bizzat Fatih tarafından kendisine verilmiştir. Her çeşit yolsuzluğa ve iltimasa elverişli olan bu işi de, kardeşinin oğlu Dursun Beyle (Tûrisinâ Bey) birlikte mükemmel bir şekilde yaparak yine Fatih’in takdirini kazanmıştır.

CİBALİ SULTAN’IN BÂTINÎ (DİNSEL) YÖNÜ:
Cibâli Sultan, Türkistan’a bağlı Horasan Eyaletinin halife piridir. Öyle tahmin ediyoruz ki, kendisine halifelik Ahmet Yesevî Dergâhından verilmiştir.
Soyunun İmam Musa-i Kâzım’a dayanması ve iyi bir eğitim görmüş olması onu genç yaşta Pir Postu’na oturtmuştur.
Asıl görevi irşad etmek olan Cibâli Sultan uzun süre bir yere bağlı kalmamıştır. Kâh öğretmen, kâh öğrenci olmuş, diyar diyar dolaşmıştır.
Horasan’dan Mısır’a giderek Memluk Sultanı Kalavun’a bir süre öğretmenlik ve Şeyhlik yapmıştır.
Tabiatı gereği uzun süre aynı yerde kalmadığı için, tekrar Horasan’a dönmüştür. Kısa bir hazırlık devresinden sonra 1440 yılında tâliban aşireti olan Emir Aşriretinin başında Anadolu’ya hicret etmiştir.
Güneydoğu Anadolu, Akdeniz Bölgesi ve Orta Anadolu da elverişli yerlere aşiretini yerleştirerek Bursa’ya gelmiş ve Zeynüddin Hâfi hazretlerine öğrenci olmuştur. Tekkede bir yandan bilgisini ilerletirken, öte yandan da Bursa Subaşısı ve Bursa Beyi mevkiilerine gelen Cibâli Sultan, din ve dünya işlerini atbaşı yürütmeyi bilen ender âlimlerdendir.
İstanbul’un fethinden önce, irşat amacıyla Bizans’a gelen Cibâli Sultan, burada birçok hıristiyanı müslüman yaparak müritleri arasına kattı.
Alp erenlerinin ve gönül sultanlarının toplanmaları için Türk boylan ve Türkmen oymaklarına haber yollayan Fatih Sultan Mehmet’in çağrısı üzerine tekrar Bursa’ya dönen Cibâli Sultan, Subaşı görevini üslendi.
Kendisi fetihte görev aldığı için, Bursa’dan ayrılmadan önce kardeşi Seyit Murad’a el ve icazet vererek taliban aşiretlerine pir yaptı. Seyit Murad’a verdiği icazette, pirlik görevinin, evladının ulusundan ulusuna geçmesini emretmiştir. Burada sözü edilen “ulu” deyimi kanaatimizce “yaşlı” anlamında değil de bilgi ve yeterlilik açısından ele alınmalıdır. Cibâli Ocağında ve tâliban arasında bu “ulu” deyimi hep “en yaşlı” anlamında ele alınmış ve pir postuna hep soyun en yaşlısı oturtulmuştur. Oysaki pirlik, kan yoluyla Evlad-ı Resul’e dayanması gerektiği kadar, pirin iyi ahlaklı, dürüst, sağlam karakterli, hak ve adalete bağlı ve alim kişi olmasını gerektirir. Bu nedenle, pirlik için yaştan çok, “ilmi ile âlim olmak”şartı daha önemlidir sanırız.

Cibâli Sultan hakkında, Evliya Çelebi Seyahatnamesi cilt 1, sayfa:98’de aynen şöyle yazılı:
“Cebe Ali Hazretleri Cibâli kapısından kuşattığı için (Cebe Ali) den yanlış olarak Cibâli Kapısı dediler. Mısır’da Sultan Kalavun’un şeyhi idi. İstanbul fethinde bulunmak için Bursa’ya gelip Zeynüddin Hâfi tarikinde seccade sahibi olup at çulundan bir cübbe giydiği için Cübbe Ali derler. Sonra İstanbul’un fethinde bulunduğu vakit Ekmekçi başı olup bütün İslâm askerine ekmek yetiştirirdi. Hiç kimse onun esrarına vâkıf olamadı. Bir fırından nice kere yüz bin Allah’ın kulları, gül pembe gibi has ve beyaz ekmek yerlerdi.
Bu Cebe Ali Hazretleri, Okmeydanı’ndan inen gemilere binmeyip hemen Tersane bahçesi önünde üç yüz Zeynüddin Hâfi fukarası, deniz üzerine postlarını döşeyip Allah’ın birliğini söylemekle meşgul olup def ve kudümler çalarak ve Hâfi sancaklarını açarak günün ortasında deniz üzerinden piyade ve posta binmiş olarak geçtiğini kaleden yerleri cehennem olası kâfirler görünce korkudan akılları gidip, Cebe Ali Hazretleri postlarını denizden alıp Cibâli kapışım kuşattılar. Fetihten sonra kerameti keşfedildiği için kendileri şehid olup Gül camii alanında gömüldü. Bütün fukarası da orada kaldı.”

Her ne kadar burada vefat tarihi belirtilmemiş ise de, kabri başındaki mezar taşında aynen şu ibâre yazılı: “Hüvel hallakûl bâki haza kabri Cebe Ali 857” (Bu tarih Milâdi 1453 yılına tekabül etmektedir.)

Kabri başındaki taşta yazılı bu tarih fetihle aynı yılı gösteriyor. Ancak bu tarih karıştırılmış olsa gerektir. Yani, fetihten hemen sonra vefat ettiği sözü pek doğru olmasa gerek. Ayrıca, Gül camii alanına defnedildiği sözü de yanlıştır. Zira kabri, fetihte girdiği sur kapısının sağ tarafında, sur dibindedir.

Fakat bu sınav sonucunda da Bey inancından dönmeyi kendine yediremez ve zorla kızı alacağını söyleyerek sarayına döner.
Bu durum üzerine, fırının önündeki koca kütükleri fırına atıp iyice korlaştıran Cibâli, kütükleri koltuklarının altına sıkıştırarak bir ateş topu halinde saraya yürür. Sarayda nereye dokunsa orası ateş almaktadır. Durum acele olarak Bey’e bildirilir. Bey bakar ki saray yanıp kül olacak, kız isteğinden vaz geçerek Cibâli Sultan’dan aman diler.
Cibâli Sultan Hak’ka yürüdükten sonra, Fatih Sultan Mehmet, şehre girdiği kapının giriş yönüne göre sağ tarafına defnettirerek türbesi başına da bir karakol kurdurmuştur. Bu karakol, Cumhuriyet döneminde de “Cibâli Polis Karakolu” olarak görevini devam ettirmiş, ancak son zamanlarda, binanın çok küçük olması ve ihtiyacı karşılamaması nedeniyle aynı semtte daha büyük bir binaya, taşınmıştır.
Cibâli Sultan’ın türbesinin de içinde bulunduğu Milli Emlâk’a ait bina şimdi İstanbul Emniyet Müdürlüğünce restore ettirilerek müze haline getirilmiştir.

Kaynak: ÇAĞLAYAN Alper, CİBÂLİ SULTAN Evlatlarından SEYİT SÜLEYMAN HAYATI VE ESERLERİ, Seyit Süleyman Kültür ve Tanıtma Derneği Yayını, ANADOLU MATBAA AMBALAJ SAN. TIC. LTD. ŞTİ, İstanbul, 1996

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir