Asimilasyon Var Asimilasyondan İçeri |Güvenç DAL

Hemen hemen dünyanın tüm topluluklarında altı öteki olarak çizilenlerin en çok kullandıkları terimdir asimilasyon. Sözlük karşılığı, “genel olarak çoğunluk bir toplum içinde erime, benzeşme ve bunların sonucu egemen kültürün benimsenerek ‘toplumsal kabul’ içinde azınlık olarak kodlanan topluluk veya toplulukların var olabilmesi durumu”dur.
Biz Alevilerin belki de yarım yüzyıldır politik diline tercüman olmuş bir kavramdır asimilasyon. “ASİMİLASYON POLİTİKALARI” diye diye dövdüğümüz ve dövündüğümüz her türlü zeminde gerçekten Aleviler olarak bu asimilasyonun ne kadar bilincindeyiz?

Mesela; asimilasyon bizim dışımızda işleyen, bize dışarlıklı bir süreçte mi oluşur?

Mesela; gündelik hayatımızdaki dil, pratik tutum ve davranışlar ne kadar asimilasyon karşıtı, kendisi ya da parçası?

Mesela; içkin bir kutsallıkla sarmalandığı iddia edilen bir dinin aşkın kutsallık karşısındaki tutumu neye içkindir?

Mesela; bir yandan “asimilasyon politikalarına geçit vermeyeceğiz” iddiasında bulunup; “yetmiş iki millete aynı nazardan bakarız” deyip, diğer yandan “vallahi bunların yaptıklarını bize Ermeniler yapmaz yahu!” diyorsak,

Mesela; “kadın erkek sorulmaz muhabbetin dilinde” demeyi bilip, diğer yandan haremlik selamlık cemler yürütüyor, olmaması gereken özel ve kamusal ayrımlarla kadınları dışlıyor, posta oturan kişi “ana” olunca ortalığı ayağa kaldırıyorsak;

Mesela; hayatın her alanında eşitlikten, birlik ve beraberlikten bahsedip, her türden ikiliklerden uzak durmayı öğütleyip, “farklılıklarımızla farkındalık yaratıp eşitçe yaşayacağız” iddiasında bulunup; geçtim biz dirileri, ölüler için ayrı bir Alevi Mezarlığı talep ediyorsak;

Mesela; bir yandan “eşit yurttaşlık” talebini haykırıyor ve her türden kimlik siyasetini kabul etmediğimizi savunuyorken; diğer yandan ‘Alevi, Kızılbaş ve Bektâşîlerin kendi tarih, kültür ve doğa mirasına sahip çıkmaları, sosyal ve siyasal değerlerin korunabilmesi ve kimlik mücadelesinden vazgeçilmemesi için çağrılar’ yapabiliyorsak;

Mesela; “Alevilerin ibadethanesi dünyanın kendisidir” derken; Rıza Şehri’ne methiyeler düzüp, diğer yandan devlete ya da dolaylı olarak devlet destekli her türlü politikaya karşı “eşit yurttaşlık talebi” olarak savunulan “Cemevleri Alevilerin ibadethanesidir” şiarını bizzat Alevilerin kendisine dönük olarak “Alevilerin ibadethanesi cemevleridir” olarak güncelliyorsak;

Mesela; Alevilerin “ekolojik yaşamı” önemsediğini ve savunduğunu iddia edip; diğer yandan bir tek ağaç bile dikmiyor, mevcut çevre sorunlarına karşı “cem”lerde bir iki kelâm etmiyorsak,

Mesela; cemlerde “niyazı canlara yapıyoruz” deyip, diğer yandan kamera çekimleri ile cem erkânlarını şova çevirerek niyâzı camlara yapıyorsak,

Mesela; gönül rahatlığıyla “çerağ” yerine ampul yakıyorsak,

Mesela; “Alevilik sözlü bir gelenektir” deyip, diğer yandan referans kitaplar öneriyorsak,

Mesela; Hakk’a yürüyen bir canımızın ardından “Devr-i Daim olsun, ışıklar içinde yatsın.” demeyi bilip, diğer yandan “mekânı cennet olsun” diyebiliyorsak,

Mesela; sabah akşam cenaze erkanlarının Yol’a uygunluğunu tartışıp; diğer yandan “o başka süreğindir” diyerek cenaze erkanlarında yer almıyorsak,

Mesela; “bu elimde gördüğün badeyi dolduran Muhammed, içen Ali değil mi?” deyip, diğer yandan “dolulu” cemleri kınayıp; hatta direkt müdahâle ederek cemleri engelliyorsak,

Mesela; rızalık almadan posta oturup cem yürütmeyi, dernek açıp dernek kapatmayı kendimizde hak görüyorsak,

Mesela; rızalık esasına uygun bir erkanda, dede’nin talip’i, talip’in dede’yi var ettiğini biliyorsak, diğer yandan yol’u tek şeritle hale getirip, sadece dede’den talip’e doğru bir rızalıkla yol sürmeye kalkışıyorsak,

Mesela; cem ritüeli içerisinde zamanla öğrenilen ve oluşturulan hizmet ve kurumların altını çizip, diğer yandan (semâh gibi) bu hizmetleri ritüel dışına atarak ve sadece uzman kişilerce eğitim yoluyla öğrenilen bir nesneye dönüştürüyorsak,

Mesela; “Alevilik” kelimesinin bir şemsiye kavram olduğunu biliyor ama diğer yandan söze “Biz Alevi, Kızılbaş ve Bektâşîler” diye başlayıp “altı çizilecek ayrımlar” inşa ederek; tam da istenilen “iç yarılmalar”a zemin hazırlayabiliyorsak; durup düşünmeli, asimilasyon denilen sürecin nasıl parçası ve önemli bir taşıyıcısı olduğumuzu mutlaka sorgulamalıyız.

Evet; katlanılması zor, ağır ve yoğun bir sürecin içinden geçiyoruz. En çok dile getirdiklerimiz en çok yoksun olduklarımız. Kamusal alanda baskın bir din politikasının uygulandığı, devletin tüm imkân ve olanakları ile öteki olarak kodladığı herkese ve her kesime azgınca ve sınırsızca, akla hayâle gelmeyen yöntemlerle saldırdığı; en ufak insanî talebin karşısında vicdan yoksunu duruşuyla ‘daha kötüsü ne kadar olabilir ki’ dedirttiği, akıl sağlığımızın korunmakta zorlanıldığı bir zamandan geçiyoruz.

Artık sorun sadece “Değerli can’lar, biz Aleviler olarak…” diye söze başlayıp sorunların dile getirileceği bir dönem değil. Her ne kadar bu ülke Alevilerinin sorunları hayâti önem taşısa da.

Zamandan ve mekandan bağımsız hiç bir olay ve olguyu eleştirme şansına sahip değiliz. Bu durum, biz Alevilerin sadece kendi dışımızdaki değil; kendi içimize dönük süreçlerimizi de değerlendirmede hayâtî bir önem taşıyor. Bu değerlendirmeleri yaparken; hele hele “Alevilik gibi heterodoks, ezoterik ve gnostik bir yapıya sahip” her türden hakîkatın biricikliğini zan altında bırakan, zamana ve mekâna teslim olmayan ama bastığı zemini zamandan ve mekandan bağımsız ele almayan; “güncelleme” yapacaksa ancak ve ancak kendini bu şekilde güncelleyen ve bu şekilde erkân yürütmeyi, söz söylemeyi ”Yol bir, sürek bindir” düstûruyla, her türden özcü yaklaşımlara kapıyı kapatarak yapan bir “dinin” taşıyıcıları olarak; her zamankinden daha fazla önem göstermemizi elzem kılıyor.

Artık gündelik hayata dokunan tutum ve davranışları yaşama geçirmek gerekiyor. Bir örnek vermek gerekirse: Eğer ki bir Alevi dedesi, uzun bir zamandır cenaze erkânları üzerine çalışıyor; her bulunduğu ortamda buna vurgu yapıyor ve önemi üzerine saatlerce tartışıyorsa; diğer yandan da bir cenaze erkanına kendisi hizmet yürütmediği için katılmıyor ve hizmet yürüten dedenin, hizmet sahibi ocaktan, aileden ve topluluktan “rızalık” aldığını bildiği halde katılan dedenin de dedeliğini sorguluyorsa ve o hizmette bir “can” olarak yer almıyorsa; asimilasyon var asimilasyondan içeri diyebilmek artık elzemdir.

Serçeşme Dergisi, Sayı 40/2017, sf 66-67

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir